VEBA BELGESELİNDEN NOTLAR
- Selin Özgül
- 17 Nis 2020
- 3 dakikada okunur
Moğol İmparatorluğu, çağının acununda (çağının dünyasında) en geniş sınırlara sahip en büyük imparatorluktu. Başarılarının sebepleri olarak atı ve kılıcı ustalıkla kullanmaları, sosyal ve idari teşkilatlanmaları ile düşmanlarını iyi tanımaları gösterilebilir. Cengiz Han’dan “Dünyanın Eli En Kanlı Komutanı” olarak bahsediliyor. Bu objektifliğe aykırıdır ve taraflı bir tutumdur.
CENGİZ HAN

Cengiz Han’ın başarısının anahtarı olarak ‘At’ gösterilmiştir. At, Türkler ve Moğollar için çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu iki millet de konargöçerdir. Konargöçer milletlerde binek hayvanların önemi yaylak-kışlak arasında mekik dokurken eşyalarını, yurtlarını, yiyeceklerini binek hayvanlar aracılığıyla taşımalarında görülür. Moğolların atlı posta teşkilatları çok hızlı işlemekteydi. Başkent’in devletin içinde ve dışında gerçekleşen her olaydan hızlıca haber alabilmesinde atın önemi de büyüktür. Çünkü haberci ne kadar hızlı at sürerse haberi merkeze o kadar çabuk iletmiş olur. Burada karşımıza coğrafya bilgisi çıkmaktadır. Bozkırın hâkim olduğu Orta Asya’nın (Türkistan’ın) coğrafi özelliklerini bilmek hem savaşlarda hem de haberleşmede taktiksel ayrıcalık kazandırmaktadır. Dünyanın ilk pasaportu sayılan özel bir madalyon takan Moğol habercileri yolda tanınarak at ve aş talep edebiliyorlardı.
Moğol Balalarının (çocuklarının) 3 yaşlarına basmadan ata bindiklerinden bahsedilir. Moğolları sevmeyen -daha doğru bir tabirle- Batı seviciler Tarih Felsefesini anlamayıp günümüz koşulları ile tarihe baktıkları için o yaşta bir çocuğun ata binmesinin mümkün olamayacağını söylerler. Halbuki olay ve olgulara dönem şartlarıyla yaklaşıp göçebe milletler için gelenekleşen ‘At Kültürünün’ önemini bilseler doğru bilgiyi savunmuş olurlar. Gerek Moğollar gerekse Türkler atlı göçebe oldukları için yurtları her an istilaya açıktır. Bu yüzden hiçbir ayrım yapılmadan (cinsiyet, yaş vs.) her kişi savunma yöntemlerini (kılıç kullanma, at binme vs.) bilmek zorundadır. Moğolların, savaş taktiklerini dönemlerine göre ustalıkla kullandıkları bir gerçektir. Ortaçağ'da bir Moğol'a rastlamak ‘ölüm makinesi’ ile karşılaşmaktır desek yanlış olmaz. Moğollar ansızın hücum eder ve onlarla karşılaşanlar daha ne olduğunu anlamadan Moğollar çoktan işlerini bitirip gitmiş olurlar. Atlı göçebe bir millet için en büyük felaket kıtlıktır. İklim değişikliği ile başlayan kıtlık, Moğolların yaylaklarındaki ekinlerin kurumasına ve bozkırın çölleşmesine neden olmuştur. Bu kıtlık bozkır hayatının daha da zorlaşmasına sebep olmuştur. Kıtlıktan kaçan Moğollar, iklimi soylarının devamlılığı için uygun olan Güney’e, Çin’e göç etmeye başlamışlardır.

Doğudan batıya sadece kağıt,barut ve matbaa taşınmamıştır. Neredeyse tüm dünyayı etkileyecek hastalık olan Veba da batıya taşınacaktı. Veba hastalığı deride kabarcıkların oluşmasına sebep oluyor ve buna ‘Hıyarcıklı Veba’ deniyordu. Bu hastalık pirelerden geçmekteydi. Pireler kan ile beslendiği için bünyelerinde bulunan veba bakterilerini kana karıştırarak insanları hasta ediyorlardı. Sıçanların da bu hastalığın yayılmasında büyük payı vardır. Çünkü sıçanlarda da veba bakterisi bulunuyordu ve çok fazla üredikleri için de hastalığın yayılma hızı artmaktaydı. Bu sıçanlar hastalık taşıyan bakterilerini ticaret yolları üzerindeki mallara bulaştırarak hastalığın Karadeniz üzerinden Avrupa'ya ulaşmasını sağladılar.
Moğol Hanedanlığından gelen ve Altın Orda Devletinin son hükümdarı Cani Bey liman şehri olan Kefeye düzenlediği bir seferde kuşatma beklenenden uzun sürdüğü için vebalı cesetler mancınık ile şehrin içine fırlatılıyor ve şehir kısa süre sonra düşüyor.

Bu olayı tarihçiler “tarihteki ilk kapsamlı biyolojik savaş” olarak yorumluyor. Tarihteki ilk biyolojik savaşa su kuyuların zehirlenmesini örnek gösterebiliriz. Cani Bey’in vebadan ölen askerlerini silah olarak kullanması o dönemde ve öncesinde görülmemiş bir yöntemdi.
Vebadan kaçan Kefe halkı Avrupa'ya doğru ilerlemeye başladı. İşte bu kaçış ile Veba hastalığı Avrupa’ya ulaştı. Doktorlar ve halk ilk kez karşılaştıkları bu hastalığın nedenini ve çaresini bulamadıkları için türlü saçmalıklar uygulamaya başladı. Tıpkı yaşadığımız bu dönemde karşılaştığımız Covıd-19 için yapılan saçmalıklar (kolonya içmek, asitleri karıştırmak vb.) gibi. Günümüzde de modernleşmiş örneklerini yaşıyoruz. Çağ değişse bile zihinler hâlâ Ortaçağ'da yaşamakta. Her hastalıkta olduğu gibi Veba da evrim geçirmişti. Tıpkı Covıd-19’un geçirdiği gibi. Rhône Nehrine atılan vebalı cesetler nehri ‘ölüm ırmağına’ çevirmişti. Halk ölüm korkusu ve yaşanan öfke harbiyle suçlu arıyordu. Tıpkı bizim bir suçlu aradığımız gibi. Veba döneminde halk suçlu olarak Yahudileri görmekteydi ve toplu olarak Yahudiler öldürülüyordu. Korku ve öfke anarşiye sebep olur. O dönemin tanığı şu satırları bizlere ulaştırmıştır: “Dükkanlar kapalı. Tek tük insan var. Hemen hemen her yerde derin bir sessizlik hakim. Bir zamanlar neydik şimdi ne olduk. Her yer cıvıl cıvıldı şimdi ise yapayalnız.” Aslında bu sözler ne kadar da tanıdık. Doğa ondan alınanları geri alıyor. Şehirler sessizleşti, hava kirliliği azaldı, insanlar evlerinde karantinadalar.

Hem zihinlere hem de yaşadıklarımıza bakarsak Ortaçağ'ı yaşamaktayız. Hepimiz üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz. Daha çok okuyalım, yazalım, konuşalım, dinleyelim. Şimdi sıra Türk’ün Aydınlanma Çağını hep beraber ilmek ilmek işlemekte.
BELGESEL LİNKİ
https://www.youtube.com/watch?v=H1N_Byar9wY
Comments